Stoacı felsefenin önde gelen temsilcilerinden olan Epiktetos'tan pek çok değerli eser günümüze ulaşmıştır. Bu eserlerden biri, onun derslerini özenle not eden sadık öğrencisi Arrian'ın derlediği Söylevler kitabıdır. Aynı öğrenci, Epiktetos'un sohbetlerinden aldığı notlarla Enchiridion (el kitabı) isimli başka bir eseri daha oluşturmuştur. Arrian, daha sonraları Roma politikasında önemli bir yere sahip olacak, hatta İmparator Hadrian tarafından orduların komutanı olarak atanacaktır. İlginç bir ayrıntı olarak, Arrian'ın ordusunda Junius Rusticus da bulunmuş, Rusticus, Marcus Aurelius'u Stoacı felsefeyle tanıştırmış ve ona Epiktetos'un ders notlarını hediye etmiştir.

Yazarın hayatından muaf bir psikolojik tahlil ve felsefe olmayacağı için, düşünceleri okunurken Epiktetos'un hayatı bir kenara atılmamalıdır. Nasıl Adler'in geçmişi ve kişiliği aşağılık kompleksi tanısının ortaya çıkışında rol oynadıysa, Stoa felsefesini, onu ortaya çıkaranlarla birlikte incelememek, onu birçok psikolojik yönden mahrum bırakmak olur. Epiktetos dünyaya imparatorluğun Hierapolis (Pamukkale) şehrinde köle olarak gelmiştir. Dersleri sırasında bacağının aksak olduğunu da sık sık dile getirdiğinden, bazıları bunu köleliğiyle bağdaştırarak efendisinin kaçmaması için bacağını kırdığını söyler. Fakat birkaç dedikodunun ötesinde bunu gösteren güçlü tarihi kayıtlar yoktur. Epiktetos muhtemelen bu şekilde doğmuştur ya da küçük yaştan itibaren engelli kalmıştır. Her halükarda efendisi kendisini azat etmeden önce iyi bir hayatın ne olduğu ve nasıl yaşanabileceğiyle alakalı sorgulamalara düştüğünü söyler. Bu bakımdan, özgürlüğü elinde olmayan bir kişinin kayda değer bir hayat sürebilmek için kendi kontrolünde olan şeyleri gözden geçirmesi tesadüf değildir. Efendisinin onu serbest bırakmasının ardından Atina'ya seyahat ederek, Kıbrıslı Zeno'nun miras bıraktığı Stoacı felsefeyi öğrenmiştir.

Kontrol İkilemi

Bazı şeyler kontrolümüz altındayken, diğerleri kontrolümüz altında değildir. Kavrayış, seçim, arzu, nefret ve tek kelimeyle kendi yaptığımız her şey kontrolümüz altındadır; bedenimiz, malımız, itibarımız, makamımız ve tek kelimeyle kendi yapmadığımız her şey kontrolümüz altında değildir. Dahası, kontrolümüz altındaki şeyler doğaları gereği özgür, engelsiz ve engellenmemişken; kontrolümüz altında olmayan şeyler zayıf, kölece, engellemeye tabi ve bize ait olmayan şeylerdir.

Epiktetos'un el kitabı, ünlü kontrol ikilemiyle başlar; bu ikilem modern zamanlarda stoacılık ve kişisel gelişim literatüründe sıkça yanlış anlaşılmaktadır. Epiktetos, kendi iç dünyasında gerçek anlamda kontrolü altında olan kısımları tanımlar. Bu alan, dolaylı olarak etkileyebileceği ya da etkileyemeyeceği olayların ötesinde, bireyin başka hiç kimsenin etkisinde kalmadan özgürce yaşayabileceği sınırları belirler. İçerisinde düşüncelerimiz ve niyetlerimiz yer alır. Bu yola ilk girdiğimizde onlar bile tam anlamıyla kontrolümüz altında değildir. Stoacı felsefe, bu nedenle sıkça bireyin düşünce kalitesine ve ruhsal dayanıklılığını arttırmaya odaklanır. Yerinde kararlar alabilen kimse, iç dünyasının arzularla ve kontrolü dışındaki olaylarla bulandırılmaması sayesinde bu dinginliği yakalar. Gerçekten de, bazı olaylar kaderin elindedir; sağlık, şöhret ya da servet aniden ve beklenmedik sebeplerle yitirilebilir. Ancak bu deneyimleri anlamlandırma ve kabullenme kapasitesi insanın elinden alınamaz. Bugün davranışçı terapilerin de işaret ettiği üzere, hayattaki pek çok acı, kontrol edebileceğimiz ve edemediğimiz şeyler arasındaki sınırların belirsizliğinden dolayı meydana gelir. Şairin de söylediği gibi 'her şeyi düzeltmeye kalkışmanın mahvettiği...' bir hayat tehlikesi vardır.

Algıları Düzenlemek

Kontrolümüz altında olan ve olmayan şeyler konusunda bilgelik kazanmak, hayat boyu devam eden bir süreçtir. Stoacı felsefede, büyük usta (Sophos) unvanı, okulun kurucuları dahil olmak üzere hiç kimseye layık görülmemiştir. Ancak, hayatın yalnızca birkaç mekanikten ibaret olmadığını da görmek önemlidir. Kontrol ikilemi Stoacı felsefesinin temel taşlarından birisi de olsa, bu mefhumun bağlantılı olduğu hayatın diğer yönleri onu ancak deneyimlemek yoluyla ustalık kazanılabilecek bir hakikat arayışına çevirmektedir. Epiktetos olayları nasıl algıladığımız konusunda da bizi uyarmaktadır.

Arzunun vaadinin arzuladığınız şeye ulaşmak olduğunu, kaçınmanın vaadinin ise kaçınılan şeye düşmemek olduğunu ve arzusunda başarısız olanın talihsiz olduğunu [yani, iyi talihi kaçırdığını hissettiğini], kaçınacağı şeye düşen kişinin ise talihsizlik yaşadığını unutmayın.

Epiktetos, bir şeyi "iyi" olarak algılamanın bizi onu arzulamaya iteceğini, ve bu arzunun ise o şeye ulaşma isteğini doğuracağını vurgular. Dış dünyadaki olaylara dikkatsizce "iyi" veya "kötü" etiketi yapıştıran kişi, kendisini hazırlıksız olduğu bir durumun içerisine sürüklemektedir. Marcus Aurelius'un günlüğünden bir alıntı ile devam edelim:

Farklı şekilde dua etmeyi dene ve ne olacağını gör: Onunla yatmak için bir yol istemek yerine, onunla yatmayı arzulamaktan vazgeçmek için bir yol istemeyi dene. Onu kaybetmemek yerine, bu korkunun üstesinden gelmeyi dile.

Roma imparatoru için bir kadınla birlikte olmak sıradışı bir durum değildir. Hadrian dönemi, imparatorun bu tür şehvetlere kapılmaması gerektiği eleştirisiyle anılmıştır. Fakat Marcus, stoacı felsefenin de etkisiyle kendisine imparatorluk tacını giydiren Hadrian'dan farklı bir tutum sergilemiştir. Stoacılığa göre bu durum karşısında kayıtsızlık (apati) haliyle kalmak esastır. Bu aynı zamanda kinik felsefe ile arasında bir ayrım noktasıdır. Kinikler, Sinoplu Diyojen örneğinde olduğu gibi bu tür durumlardan tamamen uzaklaşmayı tercih ederken, stoacılar zihni disiplinli bir şekilde koruduktan sonra hayatın bu yönlerini deneyimlemekte mahzur görmezler. Sorumluluk, bu iki yaklaşım arasında, dağlarda izole bir hayat sürmek yerine, kaderin (evrenin) verdiği görevleri yerine üstlenmek ve yerine getirmek şeklinde ortaya çıkar.

Bir şeyi çok arzuladığımızda ona sahip olamamak bir hüzün kaynağıdır. Bu yüzden Epiktetos, daima tedbirli olmayı ve bir "nefes alanı" bırakmayı önerir. Bazı sözde yardım kitapları bu öğütleri uygulamadan sadece olaylar kötüye gittiğinde insanın kendini duygusal olarak soyutlamasını savunuyorlar. Gerçekte, stoacılık sürekli kendini geliştirmeyi ve zihni zamanla disiplin altına almayı vurgular. Epiktetos, derslerinde öğrencilere yavaşça başlamalarını ve bazı dış olaylara diğerlerini tercih etmelerini tavsiye eder. Hatta bilgelik ve bilgi arayışında bile bir "nefes alınacak alan" bırakmayı önerir, zira bunların tamamen insanın kontrolünde olmadığını kabul eder. Kıbrıs'tan yola çıkan bir geminin batmasıyla ortaya çıkan bu felsefe, denizcilerin kaderle olan ilişkisinin izlerini taşıyacaktır. "Kader izin verirse yola çıkacağım." Bugünkü deyimle: "inşallah."

Olayların Doğasına Odaklanmak

Sizi eğlendiren, yararlı olan ya da hoşlandığınız her şeyde, en küçük şeylerden başlayarak kendinize şunu söylemeyi unutmayın: "Bunun doğası nedir?"
...
Kendi çocuğunuzu ya da eşinizi öperseniz, kendinize bir insanı öptüğünüzü söyleyin; böylece o öldüğünde yıkılmayacaksınız.

Bu belki de bugünün okuyucularının en sık tereddüt ettiği kısımlardan bir tanesi. Epiktetos ilk önce olayların doğasıyla ilgili bir değerlendirme yapmamızı istiyor. Bugün modern psikoterapisinde de rasyonelleştirme bir zihnin sanrılarını dindirmekte sıklıkla kullanılıyor.

Bu benim en sevdiğim eşyaydı! yerine "Bu yalnızca bir eşyaydı."
"Bir daha asla böyle birisiyle tanışamayacağım." yerine 'Bu bir deneyimdi, her deneyimin bir sonu var.' Şairin de söylediği gibi: Ayrılık da sevdaya dahil. Kendimizi buna açtığımızda hayatın bu yönünü de zorunlu olarak kabul etmiş olduk.

Burada içimdeki analitikçinin bazı çekincelerle boğuştuğunu itiraf etmem gerek. İnsan çoğu zaman kendisini kandırmak için de rasyonalize edebiliyor. Burada önemli olan duyguları bastırmamak ve deneyimin kendisini reddetmemek. "Benim çektiğim de acı mı be?" tarzı anadolu irfanı söylemler yalnızca duygularını reddetmiyor aynı zamanda deneyimini de reddetme yoluna gidiyor. Kendi hislerine ve iç dünyasına yabancı bir insan nasıl bir dinginlik hali yaşadığını iddia edebilir? Bu dinginlikten ziyade bir kopuklukluğu andırmaktadır. Zamanla içindeki seslere kulak vermeyi bırakan insan onun sustuğunu zannetmektedir. Bilinçli olarak kabullenilemeyen yalnızca bir süreliğine ortadan kaybolacaktır, fakat bunun daha yoğun bir şekilde baş göstereceği aşikardır. Epiktetos nasıl hayatın bir parçası olarak bunu kabul ediyor, eşini ve çocuğunu öpmekten vazgeçmiyorsa, insan da belirli duyguların kontrol dışında olduğunun farkında olmalıdır. Ayrıldığında kendisini hazır olmadığı halde 'Bu yalnızca bir ilişkiydi.' demeye zorlamak benliğin bir parçasını bilinçdışında yaşamaya iter ki, bu Stoacı felsefenin en büyük kabusudur. Bilinçdışında deneyimlenen şeyler kontrolümüz altında olmayan şeylerin en üst seviyesidir: bilmediğimiz halde bizi etkilemektedirler.

Talihsizliklere Hazırlanmak

Elinizi bir işe atma noktasına geldiğinizde, kendinize bu işin doğasının ne olduğunu hatırlatın. Yıkanmak için evden dışarı çıkıyorsanız, aklınıza halka açık bir banyoda neler olduğunu getirin - üzerinize su sıçratanlar, sizi itip kakanlar, size iftira atanlar ve sizi soyanlar.

Bu insanların günün sonunda neredeyse iki bin yıl önce yaşadığını unutmamak gerekiyor. İnsan deneyimi, tarih boyunca temelde pek değişmemiştir; insanların arzuları, korkuları, sevinçleri ve üzüntüleri hala geçmişteki atalarının yaşadığı deneyimlerle benzerlik göstermektedir. Günün sonunda hamamda hırsızlar tarafından soyulmak bugünün metropol hayatında Taksim yada Kızılay Meydanlarında soyulmakla eş değerdir. Bir hikayeye atılmadan önce (genellikle) hep onun nasıl iyi sonuçlara yol açacağını ve güzel yanlarını hayal ediyoruz. Stoacılar bu tek yönlü eğilimden uzaklaşarak, kendilerini gelecek mücadelelere hazırlamak konusunda ustalaşırlar. Epiktetos hamama giderken tahkir edilebileceği hatta soyulabileceği ihtimaline kendisini hazırlıyor. Beklenmeyen bir durumun nasıl duygularının etkisinde kalmasına sebebiyet vereceğini ve bunun da zihinsel dinginliğine zarar vereceğini öngörüyor.

Suçlamayı Bırakmak

Stoacılar şeylerin doğasına dair algılarını değiştirmeye odaklanırlar. Hayatlarını kontrol dikotomisi ve doğayla uyum başta olmak üzere farklı prensiplerle idame ettirmeye ve algılarını düzenlemekte ustalaşmaya çalışırlar. Bu hayat boyu devam eden bir süreçtir ve adım adım ilerler. Ertesi gün kalkıp bütün evrene kayıtsız kalmak (indifference) mümkün değildir. Olayların içimizde duygular uyandırmamasını beklemek de doğru değildir. Stoacılık duyguları alıp bir şişenin içerisine doldurmak değildir. Ancak kontrolü yeniden kazanmak, komplekslerle ve dürtülerle kaim bir hayat yaşamayı reddetmektir. Bu olgunluk zamanla meydana gelecektir. Fakat bunu çıkılan bir tepe noktası (nirvana) olarak düşünmek de doğru değildir. Zira kayıtsızlık halinden uzaklaşmak ve aşağı yuvarlanmak bir saniye bile sürmeyecektir. Çoğu zaman hayatın gerçekleri içinde zor bir olayı algılama biçimimiz, davranışlarımızı belirleyecek ve uzun süre kontrol altında tuttuğumuz komplekslerle bizi baş başa bırakacaktır. Bu yüzden ancak kendini tanıma yoluyla ortaya çıkan algılama seviyesindeki bir değişiklik anlamlı bir olgunluğu getirebilir. Bir insan zihinsel olarak bir felsefecinin ya da psikoloğun yeteneklerine sahip olabilir fakat bunun olgunluğu getirdiği söylenemez. Bilgi ve eylem arasında, bilgi edinmenin zorluğu kadar meşakkatli bir yolculuk vardır. Epiktetos'un bu durumlarla alakalı iki farklı sözü vardır.

  1. Felsefeni açıklama. Ona dönüş. (Don't explain your philosophy. Embody it.)
  2. Kendiniz için en iyisini talep etmeden önce daha ne kadar bekleyeceksiniz? (How long are you going to wait before you demand the best for yourself?)

Stoacılara göre sahada kullanılmayan bilginin pek bir değeri yoktur. Başımıza gelen her yeni olay, inandığımız felsefeyi uygulamak için yeni bir imkandır. Olayların gerçekliğine dair doğru bir tutum ise davranışımızı değiştirmeyi sağlar. Bugün nörobilimde Hebbian öğrenmesi dediğimiz prensip bunun altyapısını meydana getirir: Nasıl birlikte ateşlenen nöronlar birlikte bağlanıyorsa, algılama ve davranış da birbirine bağlıdır. Epiktetos ölümün algılanması konusunda şöyle yazıyor:

İnsanlar olaylardan değil, olayları oluşturan ilke ve kavramlardan rahatsızlık duyarlar. Örneğin ölüm korkunç değildir, aksi takdirde Sokrates'e öyle görünürdü. Ancak dehşet, ölümün korkunç olduğu yönündeki düşüncemizden kaynaklanmaktadır.

Epiktetos, felsefe okullarının büyük ustası Sokrates'i örnek gösterir: şeylerin gerçekliğine hakim olan biri ölüme karşı yürüyebiliyorsa, o zaman ölümün doğası kötü değildir. Elbette burada oldukça güçlü bir retorik de vardır. Epiktetos Sokrates'i kendisinin inkarlarına rağmen bir mirasçı olarak büyük usta kabul eder: Ölüm Sokrates tarafından algılanmıştır ve bu onda kötü bir izlenim bırakmamış olmalıdır ki onu tercih etmiştir. Aynı pasajın devamında kendisi algılamaların yarattığı sorumluluktan bahsediyor.

Bu nedenle, engellendiğimizde, rahatsız edildiğimizde ya da kederlendiğimizde, bunu asla başkalarına değil, kendimize, yani kendi ilkelerimize atfedelim. Eğitilmemiş bir kişi kendi kötü durumunun suçunu başkalarına yükleyecektir. Yeni başlayan biri suçu kendisine yükleyecektir. Eğitimi tamamlamış biri ise suçu ne başkalarına ne de kendisine atacaktır.

İşte tam burada Epiktetos insan psikolojisinin gerçekliğini tam ortasından kavrıyor. Yaşadığımız olaylar bize rahatsızlık verdiğinde ve kederlendiğimizde ilk önce prensiplerimize dönelim. Bu olayın doğası neydi ve zarar gördüğümü düşünmeme ne sebep oldu? Burada üç farklı aşamadan bahsediyor Epiktetos, bununla yas sürecindeki benzerliklerini görmek de mümkündür. İnsan yolun başında suçu diğer kişiye yükler. Bu genellikle bir savunma mekanizmasıdır ve kişinin kaldıramayacağı psikolojik bir durumdan uzaklaşmasını sağlar. İkinci aşamada ise kişi bu olayları kendisine atfetmeye başlar. Bu bir yandan psikolojik gelişimi mümkün kılar, ancak birçok yanılsama ve tehlikeyi de beraberinde getirir. İnsan her şeyin kontrol altında olduğu sanrısına kapılabilir ve bir şekilde farklı davranmış olmayı dileyebilir. Olayların alternatif sonlarında kendisini kaybetmeye başlar. Keşkelerin sonu gelmemektedir.

Bunu Mesnevi'deki bir hikâyede de görmek mümkündür. Uzun yıllar gaflet içinde yaşayan bir adam, sonunda yaşlanarak hayatını boşa harcadığını anlayınca, bildiği tek şey olan enstrümanı çalarak Allah'tan kendisini affetmesini ister. Bir mezarlıkta sabah akşam çalmaya başlar ve hiç durmamaya niyetlenir. Sonunda Allah, halifenin rüyasına girerek onunla ilgilenmesi için mezarlığa gönderir. Dualarının kabul olduğunu duyunca, yıllardır tanrıyla arasında olan şeyin bu olduğunu düşünerek enstrümanını yere atar ve kırar. Saçını başını yolmaya ve kendini kaybetmeye başlar. Halife şöyle karşılık verir: Şimdi de çalgıyı bırakıp geçmişi mi Allah'la arana koyacaksın?

Bu olayların yaşanması seni benliğin (Self) ile temasa geçirdi. Tam onun varlığını hissetmişken, bireyleşmenin (individuation) çağrısını kulaklarında duymuşken, bunu bir kenara atarak kendine yeni bir put mu edineceksin? Halbuki Jung'un söylediği gibi, hayatı boyunca insanın başına pek çok tuhaf ve sebebi meçhul olaylar gelmektedir.

Gerçekten dindar olan kişi bu tutuma sahiptir; Tanrı'nın her türlü garip ve akıl almaz şeyi meydana getirdiğini ve insanın kalbine girmek için en ilginç yolları aradığını bilir. - Carl G. Jung (Psychotherapists or the Clergy)

Yaşadığımız bu olayları bizim seçmediğimiz ve inandığımız prensipleri uygularken tökezleyeceğimiz aşikârdır. O halde olayların karanlığının arkasında bir çağrıya kulak vermenin ötesinde ne yapabiliriz? Bu olgunlukla birlikte Epiktetos'un üçüncü aşaması gelir: kabullenme. Burada kişi kendini ve ötekiyi suçlamaktan vazgeçer ki bunun faydasız olduğu açıktır. Başka bir insandan nefret etmek ancak onun bize verdiği zararı sağlamlaştırır diyor başka bir eserinde. O halde Stoacılık olaylara saplantılı hale gelmeyi reddeder ve buna izin vermemek için geniş bir çerçeveden bakmayı öğütler. Başıma gelen bu olay inandığım değerleri uygulamak ve benliğimi deneyimlemek için bir çağrıydı. James Hillman'ın analitik psikoloji çevrelerinde gördüğü çeşitli ihanetlerden sonra, ihanetin anlamının affetmekte yattığını söylemesi gibi, bireyleşmeye giden yol da benzer acı basamaklardan geçmektedir.

Etiketler: